Hakikat’e Niyetle…
Hakikat’e Niyetle…
“Ey insanlar! Ben sizin üzerinize yönetici kılındım. Hâlbuki sizin en hayırlınız ben değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olunuz. Eğer kötülük yaparsam beni uyarınız, doğrusunu söyleyiniz. Doğruluk emanettir, yalan hıyanettir. Zayıfınız hakkını alıncaya kadar bana göre kuvvetlidir. Kuvvetliniz de hakkını alıncaya kadar zayıftır. Bir kavim Allah yolunda cihâdı terk etmez ki Allah onlara zillet boyunduruğu vurmasın. Şimdiye kadar hiçbir kavimde kötülükler yaygınlaşmamıştır ki Allah onlara belayı genelleştirmesin. Allah ve Resûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Allah ve Resûlü’ne isyan edersem bana itaat etmeniz gerekmez!”* Hz. Ebubekir
Hakikatin peşine düşmenin bedeli vardır. Nice vakitler bu dert ile hemhal olanların ödedikleri bedeller tarihi şahit kılmaktadır bizlere… Ancak tüm olanlara rağmen hakikati bulmaya niyet edenlerin vazgeçmediğine de şahit kılar tarih bizi. Hal böyleyken zaman bizleri bir kez daha düşünmeye davet eder. Zira yol aynı yoldur. Yolcular devirlerini tamamlayıp, sırlarıyla beraber göçmüştür ebedi aleme. Fakat yol hiç değişmemiştir, değişmemektedir ve değişmeyecektir.
Dünya ne kadar yaşlansa da, teknoloji hayretlerimizi şaşırtan ilerlemeler gösterse de ve takvimler 2014’ü işaret etse de perdeden düşmeyen tek soru hakikatin arayışıdır. Herkesin en doğruyu bulduğunu iddia ettiği ve yine herkesin en doğru dediklerinin çatıştığı günleri görüyor olmamız hakikate gölge düşürmeyecektir elbette. Nitekim kötüye kötü, yanlışa yanlış demekten alıkoyan bir tarafgirliğin, olması gereken kabul edilmesi ve kitlelerin iğreti oyunlara figüran kılınması da halel getirmez hakikat meselesine.
Oysa ki bizler Ali bin Ebi Talib’i sevdiğimiz kadar Ayşe bint Ebubekir’i, Osman bin Afvan’ı sevdiğimiz ölçüde Ebu Zer’i, Ömer bin Hattab’ı sevdiğimiz gibi Halid bin Velid’i sevmekteyiz. Her birinin İslam’ın bir başka ucundan tuttuğuna inancımız bu kadar yakinken ve ashabla beraber Peygamber’in varisleri alimler “Bilmiyorum.” demeyi miras bırakmışken şımarıklık ve kibre boğulmamız nedendir?
Yahut hataları nasıl dile getirmeyi, Müslüman’ın diğer bir Müslüman kardeşinin uyarmasındaki üslubu ve en önemlisi “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.” hadisinin manasını yeniden kavramaya ihtiyacımız mı var? Bir taassuptan şikayet ederken kendimizi başka bir taassubun içinde buluyorsak –ki öyle- ihtiyacımız çok daha fazlası demektir.
Şu halde meselemizin özüne, hakikate dönmemiz gerekmektedir. Metaya tamah etmekle değil imtihana iradeyle davranmaktan sorumluyuz çünkü. İsimlere niyetle bir davanın yoluna çıkmakla değil gizli şirkten kaçıp “Tevhidi” anlamakla yükümlüyüz. Hırsız Peygamber’in kızı Fatıma dahi olsa kısası uygulamakla emrolunduk çünkü. Hasılı bize sunulan ve avuçlarımıza bırakılan ne olursa olsun hakikati bilmekle yükümlüyüz. Hakikat yolunda bir yürüyüş sergileyebilenlerden olmak duası ile…
*Hz. Ebubekir’in halifeliğinde verdiği ilk hutbe.
- WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Skype'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Yazdırmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Arkadaşınızla e-posta üzerinden paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)
- Hakikat’e Niyetle… - 21 Mart 2014
- Benlik - 5 Şubat 2014
- Kafes - 26 Ekim 2013
- Gençlik Yahut Medeniyet Tasavvuru - 23 Eylül 2013
- “Felsefesiz İlahiyat İstemiyoruz” Ama… - 3 Eylül 2013
- Biz - 1 Eylül 2013
- Rojava’da Katliam Var - 20 Ağustos 2013
- “Ey İman Edenler, İman Edin!” - 6 Ağustos 2013
- Tutarsız Demokrasi - 21 Temmuz 2013
- Dengelerde Kayboldu mu Ümmet? - 1 Temmuz 2013