Azap Veli
Karların içinde yorgun argın ilerleyen adam nihayet evine gelmişti. Eve girmeden önce son bir kez karların üzerine sümkürdü ve batan ellerini pantolonuna, burnunu da iyice koluna silerek kuruladı. Ceketinin kolu bu yüzden artık kayışlaşmış, pantolonunun üst bölgesi de renk değiştirmişti. Serserilik midir, hoyratlık mı, kalenderlik mi; ne derseniz deyin işte böyleydi Azap Veli’nin halleri. Kar kış dinlemez birkaç keçisi için her gün dağa gidip taze yeşillikler getirirdi. Bugün de lapa lapa yağan kara ve sert yamaçlara bakmayıp ormana gidip keçileri için pür kesip sonrada onu sürüye sürüye evine getirmişti.
Buğulu çıkan nefesini eline sıcak sıcak üflemeye çalışarak elini ovuşturuyor diğer taraftan da bir türlü tutuşmayan sobaya üflüyordu şimdi. Tekrar bir çıra yakıp attı sobaya ve nihayet odunları tutuşturabildi. Sobanın yanına uzanıp biraz ısınmaya başlamıştı ki ne zamandır alt katta meleyen keçilerin sesini nihayet duydu. Söylenerek kalktı yerinden. Aşağı inip kestiği dalları keçilerin önüne olduğu gibi koyup evin önündeki çeşmeden de bir kova su getirip önlerine koyduktan sonra aynı hızla yukarıya, sobanın yanına koştu. İstiflediği odunlardan birkaçını daha sobaya attıktan sonra tekrar uzandı oracığa. Keçiler aşağıda pürleri sıyırırken o da tavanda soba deliğinin oluşturduğu gölgelere bakarak türlü hayallere daldı. Ardından gelen uykunun farkına bile varamadan kendini uykuya teslim etti.
Uyandığında akşam olmak üzereydi. Kış günü zaten günler çabuk geçiyor, iki iş yapmaya fırsat vermiyordu. Aklına bahçeye kurduğu kuş kapanı geldi. Kapanı sepet gibi örüp kuşları, hiçbir zarar vermeden yakalıyorlardı ama kuşun kaderi yine değişmiyordu. Çoğu kez sığırcık, karatavuk gibi büyük kuşlar tuzağa gelmiyordu ama küçük kuşlar kapanı es geçmiyordu. Genellikle kapandaki yeme hamle yaparken sepetin ağzındaki hassas çubuğa dokunuyorlar ve sepetin kapağının kapanmasını sağlayarak avlanıyorlardı. Bahçeye geldiğinde sepetlerden üçünde çırpınan kuşlar gördü; üstelik ikisi sığırcıktı. Bugün de akşam yemeğini çıkardık diye düşünerek sepetin içinde yakaladığı kuşları hemen oracıkta kesiverdi. Şimdi eve gidecek kara ocakta kuşları güzelce pişirdikten sonra afiyetle yiyecekti. Yemekten sonrası ise Allah kerim…
Kahveye vardığında az önce kemikleriyle birlikte yediği el kadar kuşların tadı hala ağzındaydı. Bir çay söyleyip; oturmak için kimseye yanaşmadan, tenha ve televizyona yakın bir masa seçti kendine. Köyde onun dedikodusu pek eksik olmazdı. Zaten kahveye girdiğinde yine bazıları ona bakıp fark etmesinden çekinmeyerek göstere göstere gülmüşlerdi. Kim bilir şuan kahvede bile kimler hakkında konuşuyordu da Azap Veli’nin haberi yoktu. Vardı da yoktu işte…
Haberlerde atışan parti liderlerini ve birkaç önemsiz haberi izlerken ikinci çayını da bitirmişti. Öksüzlük, yetimlik ve fakirlik üçgeninde geçen çocukluk yıllarının sonunda bir ev ve birkaç keçiye sahip olmuştu ama hala insanlarla arasını düzeltememişti. Aslında onun insanlarla bir derdi yoktu, insanların onunla vardı. Küçüklükten beri sevmezler hep piç derlerdi ona. Ne oyunlarına aldılar, ne sohbetlerine ne de düğünlerine. Hep dışarıda kaldı o, olup biten her şeyi dışarıdan izledi. Şimdi bile köyde bir şey kaybolsa ilk onun kapısını çalarlar, canları bir şeye sıkılsa ilk ona söverlerdi. İşte duyuyordu yine; yan masada onunla ilgili espriler yapıyorlar alabildiğine gülüyorlardı. Bunları bildiği için aslında pek gelmezdi kahveye ama bazı akşamlar haber izlemeye gelirdi. Kendi üzerinde odaklanan kahkahalara aldırmadan yerinden kalktı. Kahvecinin yanına giderek tek tük içip deftere yazdırdığı çay borcunu ödedi, sonra da kahveden çıkıp gitti.
Gece köyde bir bağrış çağrıştır koptu. Köyün dışında, diğer evlerden uzakta olan Azap Veli’nin evi yanıyordu. Bazılarının içi sızlamasa da üç beş köylü ellerlinde kovalarla yangını söndürmeye çalıştı. Çabaları nafileydi çünkü o kadar adamla ne yangın sönerdi nede yangın diğer köylülerin insafa gelmesini beklerdi. Fakat ortada bir gariplik vardı. İçerden ne Azap Veli’nin nede keçilerinin sesi geliyordu. Köylüler bu işe bir anlam veremedi.
Yangın iyice sönüp günde ağarmaya başlamışken yangın molozlarının içine girdi köylüler. Evdekilerden zerre kadar eser yoktu. Köyün her tarafını arayıp taradılar hatta komşu köylere bile haber saldılar ama o günden sonra kimse ne Azap Veli’yi nede keçilerini görebildi.