Sosyolog ve Türk Toplum Bilimci olan Seyyid Ahmed Arvasî “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” adlı eserini Türk-İslâm Ülkücülerine sunacağımız mesajları tamamlamış bulunuyoruz diyerek takdim etmiştir.
Seyyid Ahmed Arvasî aynı zamanda mesajlarını ulaştırmaya çalıştığı Türk-İslâm Ülkücülerini “mücerred bir kültür ve medeniyet kadrosu” olarak hayal etmiş ve kitaplarını bu minvâlde ülkücü gençlere adamıştır. Ancak ülkü ocaklarında bu kitapların olmaması, olsa da okutulmaması düşündürücüdür. Gerek Metin Yüksel’in şehid edilmesi sürecinde olsun gerekse Seyyid Ahmed Arvasî’nin son röportajlarından birinde “Türk-İslâm Ülküsü Büyük Doğu’nun bir parçasından başka birşey değildir.” sözü olsun, bu kitapların, bu kitaplar nezdinde de İslâmî Tefekkürün ocaklardan tasfiye edilmesine yol açmıştır.
Kitap iki ana bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Diyalektiğimiz. Etimoloji ile yakından ilgilenen Seyyid Ahmed Arvasî diyalektik kelimesine “iki kişinin bir konuda konuşması tartışması” olarak anlam vermiştir. İslam medeniyetinde ise diyalektik yerine “tekellüm” yada “cedel” kelimeleri kullanılırdı.
Büyük Doğu Mefkuresinde geçen “Diyalektik” bahsinde geçen açıklamar ise Seyyid Ahmed Arvasî’nin kitabı yazarken kullandığı teknikle paralellik gösterdiği için buraya alıyoruz. Birincisi Diyalektik fikrin düzenidir. Yani fikir balının döküldüğü petektir.(Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, 85) İkinci tanım ise “zıddını dışarda dışarda bırakmanın düzenidir. Yani kendi ölçülerinle ortaya bir fikir bir tez koyarken onun antitezini dışarda bırakmaktır.
Seyyid Ahmed Arvasî Diyalektiğimiz kısmını bu üç açıklamaya muhatap olarak ortaya koymuştur. Hem Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu arasında bir diyolog kurmuş. Hem fikri bir düzen içinde vermiş: Ruh bahsinden meseleye girip “ruh aklı kuşatmıştır o yüzden yüzden akıl ruhu kavrayamaz” diyerek insanın pedagojik gelişimi ile birlikte ruhun hakikâtini izah ederek en son Allah Resulünde (S.A.V) yani remz şahsiyette konuyu bitirmiştir. Hemde “dışarda bırakmanın düzeni” dediğimiz hadise ile önce Sokrates’in eserlerini yazan Platon’un metodunu dışarda bırakmış, İslâm’ın diyalektiğinin temellerini atan İmam-ı Gazali Hazretlerin’i sunmuştur. Materyalizmi anlatmış ardından İslam’ın “akıl vahyin sahasında at koşturamaz ancak onun aydınlığında yolunu bulabilir” ilkesini sunmuştur. Hegel’in ruhçuluğunu dışarda bırakıp, gerçek İslam ruhçuluğunu sunmuştur.
Kitabın ikinci bölümü Estetiğimiz kısmına ise Seyyid Ahmed Arvasî “İslâmîyet tam ve kâmil manası ile bir hayat nizâmıdır. Hayatın her cephesine orjinal bir bakış tarzı getirir ve yepyenidir.” diyerek giriş yapmıştır.
Daha sonra Estetiğin ilmi yönünü, metodunu, akla bağlı yönlerini incelemiş, ancak onun daha çok gönül meselesi olduğunu söylemiştir. Sanat akıldan çok kalbi doyurmaya yarar. O, düşünmekten çok sezmek ve duymak gerektirir.
Kitabın en başında estetik ve diyalektik arasında sandığımızdan çok daha fazla münasebet vardır diyen Seyyid Ahmed Arvasî Estetik bölümünde de Kant’ın, Hegel’in, Karl Marx’ın, H. Bergson’un sanat ve estetik mevzusundaki görüşlerini nakletmiştir. Ve daha sonra İslam Estetiğini, İslâm’ın sanat dallarına bakışını, İslam ve mücerret sanat mevzuunu işlemiş ve son olarak “Sanatkâr Himaye Görmelidir” başlığında “Güçlü bir medeniyet, ayakta durmak ve başarılı olmak için, ilim adamlarını, mütefekkirlerini ve sanatkârlarını maddî ve manevî bakımdan korumalıdır. Onları geçim kaygu ve sıkıntısından kurtarmalı, verimli olmaları için gerekli tedbirlerini almalıdır. Hele günümüzde “Sosyal” güvenlik ihtiyacının arttığı bir dönemde, bu iş, başlı başına devlete düşer” diyerek günümüzde sanat dallarında şahsiyet bulan remz şahsiyetlere ve mütefekkirlere devlet tarafından alınacak tavrı dile getirmiştir.
“Güzelliği, ‘müteal'(aşkın) ve ‘Mutlak’ bir kıymet sayan bir İslam sanatkârı içinde o, Allah’ın ‘cemal’ sıfatının lif lif, hücre hücre tabiatın ve kainatın her noktasına işlenmiş bir nakıştır, sestir, ahenktir, figürdür, herketttir ve insanoğlu da bu ‘mesajları’ ve ‘âyetleri’ sezmeye, duymaya, yaşamaya ve yakalamaya memur kabiliyetli bir muhataptır. Sanatkâr ise, bu işi en iyi şekilde başaran idrak sahibi kişidir. Tasavvuf dili ile söylersek, sanatkâr, ‘eserde müessiri’ , ‘itibari güzelliklerde mutlak güzeli’ arayan ve yakalayan kimsedir.”